Yolun köşesindeki “Levazımatçı” yazan, aşırı tiksindirici , üzerine birkaç damla (boya olduğunu hayal ettiği ama olmadığından emin olduğu) kan damlamış tabelanın önünden acele ile arabasına doğru ilerlemeye çalıştı kız. Fakat her adımında ağırlaşıyor ve ayağını kaldıramayacak raddeye geliyordu. Koşu şortu karanlıkta gizlenen şeyleri açığa çıkarmak istercesine parladı. Önce kaldırımı, sonra yolu ve üstünden büyük bir adım atması gereken tümseği geçti. Nihayet arabasına ulaşmıştı. Hemen atlayıp motoru çalıştırdı. Verdiği nefesi geri alamayacak haldeydi. Ensesindeki saçlar korku adlı terden dolayı yapış yapış olmuş, kafasına zamkla yapıştırılmışçasına sabitlenmişti. Elini direksiyona koydu. Boğucu nemli hava arabayı doldurmaya başladı. O an ne düşündüğünü kendiside bilmiyordu. Histeri krizine girmiş olabilirdi veya bir panik atak. Ellerinin titreyip titremediğine baktı. “Hay lanet!”
Çığlığı basmıştı işte, “Şşt! ” dedi kendine. Elini ağzına götürürken dudakları büzüldü. Arabanın önünden geçen o şey her neyse birden hareket edip ortadan kaybolmuştu. Kız yeniden ağzını açtı ancak tam o anda arabanın arkasından ince, tiz ve bir o kadar da karanlık bir kahkaha yükseldi. İnsanın iliklerini donduran, beynini delen bir şekilde yankılandı kahkaha. Kız tüm eklemlerinin donduğunu hissetti; öylesine bir histi ki bu bir daha hareket edemeyebilirdi.
Kahkaha yükseldi, bölündü, parçalandı ve yaklaştı. Yaklaştı, yaklaştı… Kız artık bayılacak durumdaydı. Etleri çekilmişti. Gözlerinden korku akıyordu. Yaz kampındaki anıları geldi aklına, ailesi, arkadaşları… Daha katılması gereken bir düğün vardı. En yakın kız arkadaşı evleniyordu ve kendisi baş nedimeydi. Kesik bir nefes daha çekti içine. Daha kesik nefesini tam verememişti ki dışardaki o şeyin sesinini tekrar duydu. Artık kapının arkasındaydı. Aralarında yalnızca basit bir kapı kalmıştı. Basit körpe bir kapı! Yavaşça kilit çevrildi, mandal yukarı kalktı, kapı açıldı. Ve kız, şeytanıyla göz göze geldi.