Gökyüzü kapkara bulutlarla kapanmıştı. Yeryüzüne inen kızgın damlacıklar hastanenin çatısına hırçınca çarpıyor, çıkardığı sesler hayalet bir orkestranın, dinleyeni olmayan ve ancak insanların kulaklarında yankılanan müziğine benziyordu. Hastane odasının camına yaslanan koca çınar ağacı sonbahar yağmurunun tadını çıkarıyor, fazlalık olan yapraklarından kurtulmak için silkiniyor; kendini arındırıyordu. Hastane odası her zamankinden daha karanlıktı. Cenaze marşına benzeyen sesler odaya doluyor Umut’un kulaklarında yankılanıyordu. Odaya nem, rutubet, dezenfekte, sidik kokularının yanı sıra küçük odada yan yana tepeleme sığdırılmış altı yatak arasındaki boşluklar gözle görülmeyecek kadar dardı. Odanın kapısının önüne yerleştirilmiş eski dolaplar kapıdan gireni içeri buyur ediyor; yıllardır aynı evde yaşayan yaşlı bir kadını andırıyordu.
Umut… Annesi ve babası ona bu ismi vermişti. Henüz bir bebekken kemik kanseri teşhisi konulmuş, minik bedeninin dayanamayacağından bahsetmişlerdi. Her uzvundan çıkan kemik parçaları ona dayanılmaz bir acı verirken çoğu zaman kemiklerinde tombul sarı kurtçukların gezdiğini düşünürdü. Annesi Songül Hanım Umut’un cılız bedenini hastane odasının penceresinden göz kırpan asırları devirmiş olan çınar ağacına benzetirdi. Hayata kendi köklerini salmış toprağına sımsıkı bağlanmıştı. Umut tedavi olurken yan yatakta yatan ve onunla aynı kaderi paylaşan Samet adında bir de arkadaşı vardı. Samet’te vücudunda bir çeşit kanserle savaşıyordu. Umut’un babası ikisinin süper kahramanlardan bile daha güçlü olduğundan bahsettiğinde Samet’le ikisi çok mutlu olmuşlar kollarına bağlanan serumların el verdiği derecede süper kahramancılık oyunları oynamışlar ve günlerce bu konuda sohbet edip kıkırdamışlardı. Bir süper kahraman asla pes etmez, kötü düşmanlarına karşı el ele verip savaşırlardı. İyileşince gideceği yerleri düşünür renkli hayal dünyalarına dalarlardı. Acaba çok hızlı koşarsa güneşi yakalayıp odalarında yatağın altında saklayabilirler miydi? Ay dedenin üzerinde yıldızların o güzel ninnilerini duyup uykuya dalabilecekler miydi?
Umut’un annesi odanın gıcırtıyla homurdanan penceresini açıp içeri temiz hava girmesini sağladı. Umut ciğerlerine temiz havayı çekerken ıslak toprak kokusunun verdiği ferahlama hissini bütün bedeninde hissetti. Yataktan kalktı çıplak ayaklarını soğuk hastane fayanslarına indirdi. İçinde tarifi imkânsız bir enerji hissediyordu; adımlarını hızlandırıp loş ve karanlık hastane koridorlarında koşmaya başladı. Bacaklarının bu kadar güçlü olduğunu bilmiyordu, kendini taşırken zorlanan cılız ayakları vücudunu tutmakta zorlanırken şimdi çılgınca koşmak istiyordu. Bahçeye çıktığında bulutlara başını dayadı kahkaha atarak kendi etrafında dönmeye başladı. Yağmur damlacıkları yüzüne çarparken ilk defa kendini çocuk gibi hissetti. Çığlıkları semada yankılanırken güneş minik bedenine göz kırptı. Rengârenk gökkuşağını gören Umut hayatında ilk defa böyle bir şey görmüştü. Işıl ışıl gözlerle gökkuşağına bakan Umut ağzını açıp gökkuşağını seyre daldı…