2017’nin Şubat ayındayız. Havada yakıcı gibi görünen bir güneş var. Sahi Şubat ayında neden güneş var? Gerçi doğruya burası Ankara, camdan baktığınızda güneş sizi dışarı çağırır, dışarı çıktığınızda rüzgar ve ayaz sizi eve geri yollar. Havayı sıcak zannedip dışarı çıkarsınız ama dışarıda sizi güneşin sıcaklığı değil Ankara’nın ayazı karşılar. Çok meşhurdur Ankara’nın kuru ayazı, hele yıllar geçtikçe kar, yağmur yağmamaya kışlar sadece ayazla geçmeye başladı. Ankara’nın ayazı ne kadar sert olursa olsun Ankara’nın insanları o ayazla mücadelede dışarı çıkmaktan hiç çekinmezler. Bazen kendi kendime diyorum ki keşke şu güzel Ankara’da daha eskiden yaşasaydım. Neden mi? Eğer 2017 yılında bir gençseniz büyüklerinizden sık sık duyacağınız cümlelerden biri ‘Ahh! Nerede o eski günler?’ olacaktır. Ben de merak ediyorum tabii ki, ne vardı da bu eski günlerde herkes o günlere hasret kalmıştı, sürekli o günleri özlediklerini dile getiriyorlardı. Babama bu sorunun cevabı tek kelimeydi “Komşuluk”. Fakat mahallemizin yaşlı, şirin, top sakallı bakkalı Muharrem amca ne zaman sohbet edebileceği bir genç görse, en az on dakika anlatırdı eski günleri. Bu Ankara ayazında sabah bir şeyler almak için Muharrem amcanın yanına geldim. Bizim buranın gençleri Muharrem Amcayı pek sevmezler çünkü Muharrem amca telefonla oynayan çocuklara kızar ve gençleri hep eleştirirdi. Fakat ben severdim Muharrem amcayı. Ben alacaklarımı aldıktan sonra kasaya doğru gelirken ince ses tonuyla
-“Ahhhh! O eski günler” diye başladı yine söze ve “Ah o telefonlar varya telefonlar, hep onlar yüzünden insanlar bir birleriyle konuşmuyorlar” diye devam etti.
Bende “Telefonun ne suçu var Muharrem amca, telefonu yanlış kullanan insanlar yüzünden konuşamıyoruz birbirimizle” dedim.
– Öyle ama evlat, telefon olmasa onları yanlış kullanan insanlarda olmazdı
– Haklısın Muharrem amca ama telefon olmasa her gün kızını arayıp sesini duyamayacaktın.
– Sanırım sende haklısın evlat ama mesele sadece telefon değil ki. Eskiden burada tek bir bina yoktu, az insan vardı
tüm müşterilerimin kim olduğunu bilir, iyi günde kötü günde onlara yardımcı olmaya çalışırdım. Şimdi öyle mi ? dükkana gelenin sesini duyamıyorum. Selam versem selamımı almayacak gibi hepsi. Eskiden bankalar kredi kartları yoktu. Benim veresiye defterim vardı. İnsanlar her ayın on beşinde bankalara değil benim veresiye defterime gelirlerdi” dedi.
O öyle söyleyince ben de kredi kartımı cebime koyup “Yaz bunları Muharrem amca dedim”. Yüzünde ufak bir tebessüm oluştu ancak eski günleri özleminden yanıyordu içi. Sözlerine mahallenin en eski siyah binasını göstererek devam etti.
– Şu bina ilk yapılmaya başladığında çok sevinmiştim. İnsan sayısı artacak yeni insanlarla tanışacağız diye. Fakat evlat ne birini tanıyorum, ne de biriyle dost olabildim.” Sözlerini bitirdikten sonra müsaade isteyip kalktım.
Eve geldiğimde kendime ve içimdeki çocuğa birer çay doldurdum. Huyumdur, çay içerken hep iki bardak doldururum biri bana biri içimdeki çocuğa. Çay içerken bir yandan da Muharrem amcanın söylediklerini düşünmeye başladım. Ellerimizdeki telefon iletişim aracı gibi görünse de aslında iletişimimizi kesiyordu bizim. Bizler sosyal medyada farklı, gerçek hayatta farklı olmaya başlamıştık. Biz sosyal medyadaki biz değildik. Gerçek hayatımızı unutup çoktan sadece sosyal medya ki kişiliklerimize özen vermeye başlamıştık. Kitaplar yerine internete sarılmıştık. Peki o veresiye defteri, o sadece defter değildi. O, Muharrem amca ile müşteri arasındaki güvenin göstergesiydi. Bankalar size kredi verirken bir sürü evrak isterler, sonucunda da kriterlere uyarsanız krediyi verirler. Fakat Muharrem amcanın defterine girebilmek için üzerimde para yok demeniz yeterli. O defter insanları Muharrem amcaya bağlayan defterdi aslında.
Peki ya o ilk yapılan bina. O bina bence dünyanın örneği. Dünyada öyle değil mi Büyüyor, gelişiyor, nüfusumuz artıyor ama insanlar kalabalıklaştıkça birbirinden kopuyor. Daha çok arkadaşımız olması lazımken, bu dünya binasında tek olmayı tercih ediyoruz. İşte bu yüzden bazen diyorum ki; telefonların olmadığı, bankaların olmadığı, binaların olmadığı, mektupların ve hasretlerin olduğu, veresiye defterinin olduğu, gecekonduların olduğu bir dönemde yaşasaydım.